dostum emperyal tanımın ben imparatorluk tanımına karşı çıkanlar için özellikle cümle arasında iğneleme bazlı yazdım... yoksa aradaki fark zaten aşikar... emperyal ve emperyalist birbirinden ayrı kavramlar...
konuşma gidişatı itibariyle doğru noktaya gidiyor kanımca...
biraz daha genişletirsek doğruya iyice yaklaşacağız...
abi zaten osmanlı'nın abdülhamid dönemine kadar turan gibi bir kavram ihtiyacı yoktu. böyle bir kaygısı da yoktu...
bu tanım üzerinde abdülhamid'in sıklıkla düşündüğünü görmekteyiz zira tamamen kontrolden çıkan bir yapıyı bir arada tutmanın yolu, islam ve türk birliği çatısı altında toplamaktı gayesi...
abdülhamit zeki bir adamdı...
bununla birlikte devlet dairesine daha önceden yanlış uygulamalrla alınan devlet memurlarının önüne geçmeye çalıştı.
bunun yerine bilime daha çok önem veren insanları koymak gibi bir emeli vardı... artık gelişen dünyanın karşısında osmanlıca'nın bir hükmü kalmadığına da inanıyordu.
devlet yazışmalarında da kullanılmak üzere latin alfabesi'ni uygulamaya koymaya kararlıydı fakat bu çok kolay uygulamaya konabilecek bir olgu değildi. çünkü karşı çıkanlar çok olacaktı
devletin özellikle çok zayıf, güçsüz ve çatışma içerisinde olduğu bir dönemde bunu uygulamak sıkıntı olacaktı. buna mukabil belli bölgelerde bu uygulanmaya başladı ve rumlara ait bir gazete latin alfabesiyle çıkmaya başlamıştı bile...
açık fikirliydi fakat benim düşünceme göre çok yanlış bir zamanda padişah olmasıydı.
çünkü abdülhamit kadar güçlü ve zeki olsan da artık bir noktadan sonra toparlanması çok zor bir durumdu...
vahdettin durumu da aynı şekildedir
uzun zaman kafes hayatı yaşadıktan sonra bu kadar karmaşa içeerisinde padişah olmak vahdettin'in en büyük şanssızlığıydı.
abdülhamid kadar da güçlü değildi ne yazık ki....
geçtiğimiz haftalarda vefa ile bir yerlere oturduk bir şeyler yiyorduk söylemesi ayıp:
garson kırgızdı, kendisine sordum vefa da iyi hatırlar. aslında biraz iğneleyici bir soruydu:
"sen mi türksün, yoksa ben mi?" diye sordum...
elbette ki o arkadaş türktü, ben değildim...
osmanlı'da sadrazamlık biraz karışık bir konu özellikle bir dönem sadece rüşvet mekanizmasıyla sadrazamlık elde edildiğini düşünürsek
icraatların sonucu da tartıışılabilir bir hal halini alır.
sadrazam kuyucaklı örneğin 40.000 altın vererek sadrazam olmuştu (bu arad akendisi 40.000 şii'nin katilidir)
ve yine garip bir uygulama: kellesi alınan sadrazamların mal varlığı miras konusu olamazdı,
devlet kellesini aldığı sadrazam'ın bütün malvarlığına el koyar, devlet hazinesine işlerdi.
dil inkılabına gelen dini merkezli eleştirilerden birisi de, halkın kur'andan koptuğudur örneğin.
aslında bu eleştirinin aslı astarı yoktur hatta düpedüz alakası da yoktur. çünkü osmanlı'ca, arapça değildir; osmanlıca ile kur'anın bir bağı yoktur.
kur'an tefsiri görevi örneğin mehmet akif'e verilmişti. bu onun derin osmanlıca bilgisi olduğundan dolayı değil, derin arapça bilgisi olması kaynaklıdır.
türkçe'nin içerisinde halen, bir çok arapça kelime olmasına karşılık araplar türkçeden hiç bir şey anlamaz mesela...
buna mukabil osmanlıca'nın zengin bir dil olduğunu da inkar etmiyorum....
osmanlı, taklitçi bir çizgi izliyordu. aslında geçmişten günümüze gelen mimari'nin hemen hemen bütünü ya roma'yı andırır, ya selçuklu'nun kötü bir kopyasını andırır ya diğer ülkelerin mimarisini andırır.
el sanatları ile alakalı bir çok uğraşının ecnebi mahallelerinde yapıldığını düşünürsek, bunu daha rahat anlayabiliriz. en iyi mimarlar rumlar ve ermenilerden çıkıyordu.
en iyi matbaa ustaları ermenilerden. en iyi halı ustaları yine ermenilerden... enterasan bir durum.
aslında bize dair ne var diye bakıyorum da şöyle...
sadece bakakalıyorum: ) (şimdi tam tanım bulamadım ama bakakalmak cuk dedi sanki)
bazı konular çok alakasız gibi görünebilir ama yazarken, başka bir şey geliyor aklıma ekliyorum yazdıklarıma...
tarih dediğimiz şey, ipe dizilmiş tespih taneleri
sanırım hepsinin birbiriyle bir şekilde ilgisi var.