Demek ki artık "Sayın Hocam yada Atalay Hocam" diyeceğiz.
Benim Lisans eğitimim İ.T.Ü. Fizik Mühendisliği (1999). Bu bölümün son gerçek mezunlarındanım ve 4 senede bitirdim..
Devamında ise İşletme ve Üretim Yönetimi konularında Yüksek Lisans yaptım ve Doktora'mın son noktasındayım.
Dolayısıyla hem mühendislik hem de sosyal bilimler konusunda çalışmış oldum...
Akademik hayat dışında bir çok danışmanlık, eğitim ve norm kadro/personel seçimi projelerinde görev aldım...
Bu sebeple de mezuniyet sonrasına da elim uzanıyor..
Üniversitede öğrenci iken, ilköğretim ve lise düzeyinde Fizik biliminin sevdirilmesi için, gönüllü olarak İTÜ Deneme Bilim Merkezi'nde gönüllü kurucu üye ve eğitmen olarak görev yaptım. Dolayısıyla üniversite öncesi durum hakkında da kendimce gözlemlerim var..
Yurt dışında bir kaç ülke görme fırsatım oldu.. Bunlar çoğunlukla akademik ziyaretler olduğu için o ülkelerin de akademik yapıları hakkında gözlemlerim oldu..
Ama bizim eğitim sisteminin özetini rahmetli babam bana, bir hatırasını aktarırken, yapmıştı..
1959 yılında, rahmetli İstanbul Üniversitesi Hukuk Bölümünde öğrenci iken Fransa'dan bir heyet ziyarete gelmiş..
O dönem hala yabancı profesörlerin (çoğu II. Dünya Savaşı'nda Nazi'lerden kaçan Alaman yada Polonya Yahudileri) kürsü sahibi olduğu yıllar..
Heyet geleceği vakit, olur da soru sorarlarsa diye, kütüphaneyi başarılı ve fiziği düzgün öğrenciler ile doldurmuşlar. Aynı TSK'da denetleme dönemlerinde olduğu gibi (askerlik yapanlar beni anlayacaklardır).
Bahsi geçen yıllarda Anayasa Hukuku kürsüsünde üç hoca kitap yüzünde birbirine girmiş. Öğrenci sayısı çok olduğu için tek çift diye öğrenciler iki gruba bölünmüşler..
Bir grup öğrenci Anayasa Hukuku'nu 350 sayfalık bir kitaptan öğrenirken, diğer grup (kitap öyle yazılmaz böyle yazılır diyen hocaların egoları sebebi ile) iki ciltlik 1.500 sayfalık kitapta kazınıyorlarmış.
Rahmetli babam da ikinci grubun öğrencisi...
Önünde o kalın kitabı görünce Fransız profesör, durmuş ve çevirmeni aracılığıyla, babama okuduğu kitabın ne olduğunu sormuş.
Babam da Anayasa Hukuku kitabı olduğunu söylemiş.
Fransız profesör peki ne amaçla yazıldığını sorunca, babam da ders kitabı olduğunu söylemiş..
Fransız, acı acı gümüş ve elinin tersini ile yanağına sürtüp "traş... bu ancak traş kitabı olur..." demiş..
Bizim eğitim sistemimiz işte böyle...
Amacından sapmış, içeriği tartışmalı ve sonucu maalesef hüsran ile biten, birbirinden kopuk bir eğitim sistemine sahibiz...
Bunun sebebi ve çözümü için sayfalarca yazı yazılabilir...
Pek çok kereler pek çok yerde tartışmasında da bulundum..
Ama hep bir eksende durdum: "Kendisine ve çevresine yararlı/kullanılabilir bilgi ve meziyetler ile donanmış bireyler yetiştirmek".
Ama maalesef bu sistemde devlet, öğretmenler, veliler ve de öğrencilerin hiçbiri bu amaç için çalışıyor değiller...
Herkes günü kurtarma peşinde..
Giden ise milli servet...