İnsan beyninin algı yolaklarını az-çok biliyoruz. Bunları neyin tetiklediğini, seçimimizi nelerin etkilediğini biliyoruz. Bu sebepledir ki en altta yazdığınız genel-geçer bilinen 7 madde ve dahasına, fotoğraf çekmek ve fotoğraf eleştirmek için çokça başvuruluyor. Sonuçta amacımız insan zihnine ulaşmak. Bence işte burada büyük bir hata yapıyoruz. Biz neden insan zihnine ulaşmak için çaba sarfediyoruz? Algıya açılan yolları olabildiğince kullanıp, algılayacak kişiye her türlü imkanı sunmak görevimiz olmalı mı? Böyle yapınca anlatmak istediğimizi anlatabiliyor muyuz, yoksa anlatamasak da fotoğrafa bakmalarını mı sağlıyoruz?

Ben fotoğrafa başlamadan önce, izleyici olarak sinemayla çok ilgileniyordum. Açık anlatım-kapalı anlatım belli başlı iki tekniktir sinemada, açık anlatımda sahnelerin, diyalogların, ekrana yansıtılanların ucu açıktır, seyirciye bırakılır. Seyirci kendi bilgi birikimi, kültür düzeyi, ilgi alanı vs. ile bunları yorumlar, özümser. Kapalı anlatımda ise, yönetmen neredeyse filmin sonunda filmin ne anlatmak istediğini akan yazıyla seyirciye anlatır. İzleriz, "haaa, böyleymiş" deriz, 2 gün sonra unuturuz. Tüm büyük yönetmenler, haliyle, açık anlatımı kullanmışlardır. Bu ayrım malesef fotoğraf sanatında çok yer bulamıyor, belki de doğası gereği.

Sinema için bir başka ayrım, estetik kaygı/içerik kaygısı. Stanley Kubrick gibi, Ingmar Bergman gibi, Kieslovski gibi yönetmenler bu iki kaygıyı da kendi yollarıyla olabilecek en iyi şekilde taşımışlardır ve bu yüzden dünyanın gelmiş geçmiş en iyi yönetmenleri arasındadırlar. Nuri Bilge Ceylan gibi, geri planında fotoğrafçılık ağır basan yönetmenler estetik kaygıyı, zeki demirkubuz, michael haneke vb. yönetmenler ise içerik kaygısını uçlarda yaşayan yönetmenlerdendir. Bu konuda ise sinema ile fotoğraf sanatları arasında fazla bir ayrım olduğunu düşünmüyorum. İkisi de estetik ve içerik kaygıyı belirli oranda taşıyabilir.

Az ve çok yüzeysel olsa da, bu kadar şeyi neden yazdım? Fotoğraf, bana göre estetik kaygıyı her zaman daha çok taşıyan bir sanat olmuştur. Bunda biraz haklıdır da. Bir fotoğrafın derin bir şeyler anlatması zordur. Konusu-nicelik olarak içerebileceği- buna izin vermez. Bir fotoğrafta birden fazla cümle kuramazsınız. Fakat bundandır ki, anlatmak istediğinizi eğer bir cümlede anlatabiliyorsanız ve bunu estetik bir şekilde fotoğraf karesine yansıtabiliyorsanız o kare unutulmaz. Biraz da bu yüzden, "Unutulmaz kareler çekme" beklentisi içinde olmak, bana göre çok gerçekçi değil. Bu gibi beklentiler genelde hayatınızı bu yola adamayı gerektirir. "Hobi" diyemezsiniz. Bu işten "para kazanıyorum" diyemezsiniz. Amacınız bunlar olamaz. Bence herkes bunun farkında, tam olarak kelimelere dökülemese dahi, eleştirdiğiniz eleştirilerin temelinde bu inanç yatıyor.

Örneğiniz üzerinden konuşursam, estetik kaygıdan eser olmayan bir fotoğraf. İçeriğiyle, kurduğu cümleyle "iz bırakan" fotoğraflardan. Aynen kastettiğiniz gibi, bu fotoğrafı estetik açıdan değerlendirmek, kurduğu cümleyi anlamamak, anlamaya uğraşmamak demektir.

Toparlarsam, estetik kaygı, sanıyorum fotoğraf çeken herkeste olan bir duygu. İçerik ise, bir insanın hayatla "bir derdi" olmadan hissedemeyeceği bir kaygı. Bu sebeple içeriği önemsesek dahi, çoğu zaman görüp etkilendiğimiz bir fotoğrafı(içerik yönü yüksek) yeniden yorumlamaktan öteye gidemiyoruz ve yorumumuzu estetik kaygıyla olabildiğince güzelleştirmeye çalışıyoruz. Bana öyle geliyor ki bu yüzden, fotoğraf/afiş/kitap kapağı/tişört baskı vs. her ne "görsel" görüyorsak ilk önemsediğimiz estetik kaygı oluyor. İçerik, ancak estetik kaygı doyurulunca bizim için anlam kazanıyor.

Başlık için kendi adıma teşekkür ederim, benim 6 paragrafta anlatmaya çalıştığımı çok daha kısa bir şekilde anlatabilmişsiniz görünüyor.
Buradan kolayca, fotoğrafta içerik kaygısını benden daha fazla yaşadığınızı düşünebilirim. Kendimi bildiğim için de, estetik kaygıya-şimdilik-daha çok önem verdiğim bir gerçek.

Tekrar teşekkürler başlık için, selamlar.