CT İstanbul Anadolu Yakası Üyesi
Status
Offline
Selam,
Arkadaşımız güzel bir konuya değinmiş. Özellikle son yıllarda ülkemiz insanının kendince fotoğrafçılıkla bir şekilde tanışma fırsatı bulmuş pek çoğunun düşüncelerini dile getirmiş. Öncelikle kendisini bu medeni cesareti için kutlamak istiyorum.
Şimdi sorduğu soruya ve içerisine düştüğünü düşündüğü açmaza kendi bakış açım çerçevesinde çözüm sunmaya çalışayım. Bu anlamda da kendimden örneklemeyle konuya girmek istiyorum.
Uzun yıllar grafik tasarımcı olarak çalışan bir kişi olarak adına fotoğrafçı denen kişilerle 1983 yılında ilk ürün çekimi yapmak üzere gittiğimiz bir stüdyoda tanışmıştım. O yıllarda bildiğiniz üzere adına DSLR denen digital fotoğraf makinaları neredeyse yok gibiydi. Şimdi tam anımsamıyorum ama varsa bile bu kişiler kullanma ihtiyacı duymazlardı. Kullandıkları fotoğraf makinaları dia pozitif film kullanarak çekim yapan türden makinalardı. Saatler süren ürün çekimleri süresince ben bu kişilerle gerek meslekleri üzerine gerekse de genel anlamda uzun uzun sohbetler yapar karşılaştıkları zorlukları, üstesinden gelme yöntemlerini ve en önemlisi de içerisinde bulundukları iş alanının psikolojik ve sektörel bakış açısını kavramaya çalışırdım. O yıllarda bilgisayar kullanımının da bugün olduğu gibi yaygınlaşmamış ve hatta günümüz koşullarına göre oldukça ilkel olduğu düşünüldüğünde içerisinde bulunulan durumu da varın artık siz düşünün.
Fakat özellikle ilgimi çeken bir durumu da es geçmeden belirtmek istiyorum. Gerek o yıllarda gerekse de sonraki yıllarda tanıştığım ve ortaklaşa iş yaptığım tüm fotoğrafçıların neredeyse ortak bir özelliği vardı. Alanlarında eğitim almış olmaları. Bu durum azımsanmayacak ölçüde önemli ve hatta bir anlamda zorunluydu. Eğitim almayan kişilerin de sektörde olması durumunu da es geçmeden belirtmek istiyorum. O kişilerin de ellerine fotoğraf makinalarını alabilmeleri için ustalarının yanında rahle-i tedrisattan yani Türkçesiyle ustalarından bilgi, deneyim ve birikim edinmiş olmaları önemli bir zorunluluk hatta gereklilikti.
Daha sonraki yıllarda digital fotoğraf makinalarının yaygınlaşması ve fiyatlarının önceki makinalara oranla satın alınabilecek düzeye inmesiyle birlikte ve bunun yanında cep telefonlarına bile kamera ve fotoğraf özelliğinin eklenmesiyle toplumun belirli bir kesiminin herhangi bir eğitime ve bilgi birikimine gerek duymadan gerek özenerek, gerek heveslenerek gerekse de kişisel meraklarından bu makinaları satın almalarıyla toplumda fotoğraf çekme ve bu yöne ilgi duyma isteği oldukça arttı. Bu durum aslında hobi anlamında yaklaşıldığında oldukça olumlu ama profesyonellik anlamında kesinlikle olumsuz bir durum oluşturur. Kişisel hevesleri ve istekleri kırmamak anlamında konuyu daha ileri götürmeden yüzeysel olarak geçmek istiyorum.
Diğer bir nokta ise kendisini fotoğraf çekmeye istekli olarak gören bir kişinin hangi tür fotoğraf çekim tekniğini kendisine yakın bulduğu da önemlidir. Örneğin ben;
- Doğa ve Manzara çekiminde başarılı mıyım..? Hayır...
- Portre çekiminde başarılı mıyım..? Hayır...
- Kuş, böcek vs. çekimlerinde başarılı mıyım..? Hayır...
- Makro çekiminda başarılı mıyım..? Hayır...
- Ürün çekiminde başarılı mıyım..? Evet...
Şimdi ortaya şu durum çıkıyor. Ben size örneklediğim tarihten bu yana öncelikle işim gereği bulunduğum ortamın havasından, suyundan, etinden ve sütünden etkilenmişim. Bakış açımı, düşünce biçimimi, davranış şeklimi ve hatta çalışma biçimimi bu yöne kanalize etmişim. Elime herhangi bir şekilde fotoğraf makinasını aldığımda şartlanmışlığım gereği ürün çekimi moduna giriyor ve o yönde hangi çekim yöntemlerinin, hangi uygulama biçimlerinin gerektiğine otomatik olarak karar verebiliyor ve anında uygulayabiliyorum. Bakın bu önemli. Çünkü bazı hareketlerin doğallaşması gerekiyor. İnsan su içerken eline aldığı bardaktaki suyun nefes borusuna gidip gitmeyeceğini düşünmez. İçerisinde su bulunan bardağı eline alır, ağzına götürür ve ihtiyacı olduğunu hissettiği kadarını içer. Elindeki bardağı aldığı yere koyar ve uzaklaşır gider. Herhangi bir kişi için fotoğraf çekimi de bu şekilde olmalı. Eline makinayı aldığında hangi düşünce biçimiyle haraket edeceğini, yaşamın hangi karesini yakalayacağını, konuya nasıl yaklaşacağını, sonucun ne olacağını saatlerce düşünmeye gerek duymadan anı yakalayabilme isteği, becerisi ve azmi ile davranmalıdır. Durum böyle olunca su içmek, yemek yemek gibi doğal olan davranış biçimi fotoğraf çekme anlamında da aynı etki ve istek doğrultusunda ortaya çıkar. Sırıtmaz, emanet durmaz, itici gelmez.
Öncelikle amaç, kişinin hangi alana eğiliminin olduğunu belirlemesidir. Öncelikle düşünmek, sonrasında denemek, sürekli paratik yapmak, yanılmak, düzeltmek, incelemek, eleştirmek ve sonuç olarak doğruya yönelmek. Sürekli tekrar, sürekli deneme, sürekli düşünme ve yorumlama. Bu arada işin teorik yönünün de es geçilmemesi birinci öncelik olmalıdır. Teori olmadan bilgi birikimi yaratılmadan pratik doğruluğu yakalamanın da hayal olacağını ya da en iyimser yaklaşımla uzun bir süre alacağını hatta sonuçta hüsrana yol açabileceğini de unutmamak gerekir. Bu anlamda digital makinaların fotoğrafçılığa gönül verme sevdalısı olan kişiler için önemli bir yararının olduğunu da düşündüğümüzde okuduğunu uygulayabilen, uygulamanın sonucunu hemen alabilen bir kişinin biraz gayret, biraz azim, biraz istek ve en önemlisi de biraz düşünme ve yorumlamayla bu işin altından kalkmaması için herhangi bir neden göremiyorum.
Fotoğrafçılık sanatına yıllarını adamış Ara Güler gibi değerli ustalarımızı örnek olarak verirken o kişilerin içerisinde bulundukları yapının da göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünüyorum. Ara Güler gibi üstatlarımız;
- Bugün canım sıkıldı makinayı elime alıp etrafı fotoğraflayayım da rahatlayayım...
türünden bir düşünce yapısıyla ortaya çıkmadılar. Onlar yaşamın kendi doğallığından ve işlerinin bir parçası olduğundan yola çıkarak bu güne geldiler. Onlar işlerini yaptılar. Yaptıkları işleri de ciddiye aldılar. Bu işe yaşamlarını adadılar ve karşılığında şu an bizler onları bu başlık altında örnekleme durumunda olduk. Asıl yapılması gereken bu saatten sonra bizlerin o kişilerin önüne geçmek için hangi işi ne kadar ciddiye alacağımızsa eğer işte konuya bu şekilde yaklaşmak bizleri onların belki bir adım önüne geçirir diye düşünüyorum.
Amacım bu anlamda ve bir anlamda kimseyi kırmak, üzmek ya da itmek değildir. Bu alanda hepimiz aynı Canon'un vizöründen bakanlarız. Önemli olan dünyaya baktığımız o vizörün çerçevesinden neyi ne şekilde gördüğümüzse eğer bakışımızı, algımızı, yorumlamamızı ve komut vereceğimiz parmağımızı hangi noktada, hangi alana, hangi düşünce ve bakış açısıyla yöneteceğimizdir.
- Çünkü insan neyi ne kadar biliyorsa onu o kadar yapabilir...
Saygılar...