Yaşamayı, Tanıklık etmeyi istediğim tek dönemdir bu yıllar ve kadın olduğum için üzüldüğüm tek andır asla asker olamayacak olmak...
İlk yapılması gereken budur bugün diye düşünüyorum... Bu memleketin en çok ihtiyaç duyduğu şey söze Atatürk le başlamaktır bence...
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -- -
Emir subayı siperler arasında dolaşan Ömer Çavuşa rastlayıp sordu:
“Vaziyet nasıl Ömer Çavuş?”
“Tabur subaylarımızdan kimse kalmadı” dedi Ömer Çavuş.
Sonra bir an duraklayıp yutkundu. Gözleri dolu doluydu. Dedi ki:
“Erlerimizden de pek kimse kalmadı.” Ve hüzünle öne yıktığı başını kaldırdı:
“Ama sağlam İngiliz de bırakmadık.”
Ömer Çavuşun “Siperler hep elinizde mi?” sorusuna verdiği cevap bütün Çanakkale’yi anlatıyordu:
“Yusuf Efendi siperlerinin üç mangalık bir kısmında düşman var. Çünkü efendim orada sağ kalan erimiz yoktur.”
İşte buydu Çanakkale’de vatan savunması. Son askerde ölmeden düşmana siper verilmezdi….
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -- -
Yaralı asker, can havliyle çantasındaki defterden bir sayfa kopardı. 100 metre ileride patlayan topları, süngülenen askerleri göremeyecek kadar umutsuzdu belkide…
Elindeki kağıt parçasına bir şeyler karaladı.
Belki bir mektup sevdiğine yazılan yada anaya duyduğu, sılaya duyduğu özlem bilinmez…
Yazdı, yazdı, yazdı…
Yazılan kişiden çok sonralara ulaşan bir mektuptu bu…
Biliyor muydu acaba?
Yazdıklarının bugünlere bizlere kadar ulaşacağını biliyor muydu?
Eğer bilseydi daha neler yazar, nasıl anlatırdı yaşadıklarını.
Dert yanar mıydı? Uğruna ölümü göze aldığı vatanı için çektiği çileden bahseder ve şikayet eder miydi?
Nasıl öldü acaba?
Ölüm onu ne halde buldu? Seneler sonralara ulaşan o güzel ve vatan sevgisiyle dolu sözlerin bulunduğu mektubun
arasından elleriyle çizdiği, kana bulanmış bir at resmi çıktı…(Çanakkale’de ki müzede sergileniyor)
Arkadaşlarının kanına bulanmış, her yerini humma sarmış bir bedene ait ellerle çizildi belkide….
Bir vatanın, bir geleceğin, şu anki varlığımızın nedeni olan bir neferdi o.
Ve artık tüm diğerleri gibi ölümsüzlük denince akla gelen bir isim oldu…
Adı: Mehmet
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -- -
Aynı vatanda yaşadılar uzun süre. Anzaklar ve Türkler. Savaşa kadar dostça, dostluktan öte belkide kardeşçe paylaştılar aynı toprakları.
Onlar savaşırken bile dosttu aslında birbirlerine…
Yaralanmıştı Anzak askeri…
Bir Türk nasıl olurda bırakırdı onu çatışmanın ortasında ve savunmasızca.
Herkes gibi tek düşmanları savaş, bunun için tek nedenleri ise vatan sevdasıydı. İman gibi göğüslerinde taşıdıkları…
Hiç düşünmeden aldı dostunu kucağına ve kurşunların arasında dim-dik götürdü onu, eskiden beraber yaşadıkları vatan parçasına.
Aynı vatanda yaşadılar uzun süre. Anzaklar ve Türkler. Savaşa kadar dostça, dostluktan öte belkide kardeşçe paylaştılar aynı toprakları.
Onlar savaşırken bile dosttu aslında birbirlerine…
Karşılıksız kalmazdı iyilikler. Beraber yaşarken öğrenmişlerdi birbirlerine yardım etmeyi.
Bir asker, Türk askeri, düşmanda olsa bırakılmazdı.
Matarasının kapağını açtı.
Çok az suyu çok fazla savaşı vardı.
Hiç düşünmedi ve matarasının kapağına koyduğu suyu yaralı Türk askerine uzattı.
Ve nihayet savaşa düşman olan iki insanın silinemez dostluğu ölümsüzleştirildi…..
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -- -
18 Mart 1915
O gün 150 top, düşman donanmasının 506 topunu çaresiz bıraktı. Akşam saatlerinde “Yenilmez Armada”
Çanakkale Boğazı’ndan kaçarken bir Fransız, iki İngiliz zırhlısı denizin dibinde yatıyordu.
Havranlı Koca Seyit’in 276 kiloluk mermiyi kucaklayıp namluya sürmesi, Erenköy koyu’na dökülen 26 mayının
düşman gemilerindeki felaketli patlayışları, kaybettiği gözleri için “Üzülme kumandanım, göreceklerini gördüler”
diyen Ömer, Çanakkale Boğazı’nın sonsuza kadar gururla seyredeceği tablolar oldu……
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -- -
Nakiye hanım…
Üç şehit anası…
Geleceğe hediye edilen bu vatana üç şehit vermiş Nakiye hanım.
Aynı savaşta aynı vatan uğruna üç şehit…
İki oğlu ve bir damadı yitip gitmiş neresi olduğunu bilmediği cephelerde…
Hiç teessüf etmemiş.
Anası onları emzirirken “ya gazi, ya şehit” dermiş babaları.
Büyük oğlu, Hüseyin’in ölüm haberini aldığı günü anlattı bir askere.
Gururlu ve dimdik başıyla canı yanarak.
“Böyle bir yaz akşamıydı. Hüseyinciğimi sormaya gitmiştim. Bir zabit deftere
baktıktan sonra ‘yakında gelecek’ dedi. Sonra çıkıyordum. Bir nefer yanıma sokuldu.
‘Hüseyin Ağa bizim kavuşamadığımız rütbeye kavuştu. Şehit oldu’ dedi.
Ağlamadım. Zaten babası bana onlar memede iken ‘ya gazi ya şehit’ diye süt
verdirirdi.”
Damadı gönüllü gitmişti askere. Şahadet haberi geldiğinde bile kızmamıştı ona.
Ama kızı hem cahil hem de taze olduğundan çok teessüf etmişti. Zaten zayıftı.
İflah olmamış ve üçüncü ayda vefat etmişti…
Hüseyin’i ve Hasan’ı iki oğlu, gözünün nuru, canının canıydı onlar. Ama vatan, o
daha değerliydi. Ne evlat ne ana ne de baba sevgisi tutmazdı vatan aşkının yerini.
Aynı cephede omuz omuza savaşmışlardı. Hüseyin’in gözleri önünde şehit düşmüş-
tü Hasan. Hüseyin’in son mektubu bu haberle doluydu.
“… Baba Hasan şehit oldu.
Üç gün önceki muharebede yiğitçe çarpıştıktan sonra şehit oldu. Düşerken yanında
idim. Bir kurşunla şakağından, iki kurşunla göğsünden yaralanmış, bir güllede sağ
elini götürmüştü. Kendi elimle gömdüm kardeşimi. Onu, senin hediyen olan yata-
ğanla beraber defnettim. Kınını da taş yerine başucuna diktim. Ah babacığım, düş-
mana ne şiddetle saldırdık görseydin. Düşman ileriden karabulut gibi geliyordu…
Biz iki bölükten ibarettik. Yıldırım gibi bir hücum gösterdik…
En önde çarıkları çözülmüş, fesi düşmüş, başı açık, yalınayak Hasan koşuyordu…
Koşuyordu. Kuş gibi, rüzgar gibi, alev gibi koşuyordu….
Evet o bir kumaş parçasıydı bazıları için. Ama onu diğerlerinden ayıran bir şeyler
vardı.
Onu taşıyan asker aşıktı vatanının her bir zerresine. Ne ana ne baba nede sev-
gili. Önemi yoktu ki hiçbir şeyin vatan karşısında.
Faik Çavuşlar, Ömer Çavuşlar, Ziverler. Çanakkale’den Kurtuluş Savaşına
bütün kahramanlar aynı yürek ve inançla, daima aynı yolda yürüdüler.
Bunu üzerinde bir bayrak gibi taşıyan asker Türk askeridir…
Kurtuluşun, özgürlüğün neferleri unutulmadınız ve asla unutulmayacaksınız.
Bu vatanın gerçek sahipleri ve Atatürk’ün askerleri daima hatırlarda kalacak
ve anılarda var olacaksınız…..