CanonTURK Foruma Hoş Geldiniz.
Toplam 12 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 12 arasi kadar sonuc gösteriliyor
  1. #1
    iceveberg - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    CT İstanbul Anadolu Yakası Üyesi

    Status
    Offline
    İsim
    SELİM EMANET
    Makina:
    CANON 5D + 6D
    Üyelik tarihi
    12.April.2010
    Nereden
    İSTANBUL-Beykoz
    Mesajlar
    2,395

    Standart Fotografın Tarihsel Akımları

    FOTOĞRAF AKIMLARI

    Resmin egemenliğini aşan, doğayı ve yaşamı, fizik ve kimya yoluyla aktarma çabaları,
    yaklaşık 165 yıl önce fotoğraf sayesinde kamuya duyurulmuş, el becerilerinin yerini araç almış,
    fotoğraf makinesiyle birlikte gerçeklik yeniden üretilmeye çalışılmıştır. Çıplak gözle bakıldığında fark
    edilmeyen birçok ayrıntı, optik ve kimyasal bir yöntem olan fotoğraf teknolojisiyle kâğıt üzerine
    aktarılmıştır.
    Fransız bilim adamı Joseph Nicephore Niepce’nin ilk kez bir görüntüyü çinko levhaya
    aktarmasıyla başlayan süreç içerisinde, fotoğrafın bir anlatım yöntemi olarak resimle çok yakın bir
    ilgisi olmuş, fotoğraf ve resim sanatı birbiriyle etkileşime girmiştir. Empresyonist (izlenimci) ve realist
    (gerçekçi) tavrı fotoğrafa bırakan resim sanatı, yeni akımlar
    (ekspresyonizm, sembolizm, romantizm,
    dadaizm, fütürizm, sürrealizm, pop-art vb.) geliştirmiş ve zaman içerisinde fotoğraf sanatı da bu yeni
    akımlardan etkilenmiştir.
    Fotoğrafçılar, başlangıçta nesnel bir yaklaşımla dünyayı kaydetmeye çalışmış, daha önce hiç
    görülmemiş yerlerin ve yabancı insanların görüntülerini çekmişlerdir. Fotoğrafın, birçok çevre
    tarafından gerçek dünyanın yansıması olarak düşünülmesi, bir belge olarak değerlendirilmesine yol
    açmıştır. 19. yüzyılın ortalarına doğru, çağın hakim olan düşünce yapılarına, değer yargılarına ve
    estetik anlayışına göre,

    realizm (gerçekçilik) akımı gelişmiştir. Realistlerin ana ilkesi, gerçekten ve
    gerçeklikten ayrılmamaktır; bununla birlikte, insanın ruhsal gereksinim duyduğu görsel hazzı bir
    yapıttan alabilmesi için estetik kurallara da önem verilmektedir.
    Realizmin en önemli özelliği, gerçek olanı, gözle görülüp elle tutulanı tıpkı bir ayna gibi ifade
    etmesidir. Realistler, bir sanatçının zengin ve görkemli dünyasını tasvir etmek yerine dünya
    gerçeklerini gözler önüne sermeyi tercih etmişlerdir. Eserlerinde soylu sınıf dışındaki toplumsal
    sınıflara da yer vermişler, sıradan insanların günlük yaşamından kesitleri ayrıntılarıyla göstermişler,
    ayrıca doğayı tüm gerçekliğiyle betimlemeyi amaçlamışlardır.
    Gerçekçilik, tarihin çoğu döneminde yaygın olarak kabul gören sanatsal anlayış olmuştur.
    Tarih öncesinin mağara resimlerinden, Antik Yunan ve Roma sanatına kadar egemen olan gerçekçi
    tutumdan ortaçağda uzaklaşılmış ve ekspresyonist bir tutum ağırlık kazanmıştır. Rönesans’la birlikte
    gerçekçi yaklaşımlar tekrar kendini göstermeye başlamışsa da, Fransız Devrimi’nden sonra realizm bir
    akım olarak ortaya çıkmıştır . Realist düşüncede en büyük gelişme, mekanik
    yeniden üretim tekniği olan fotoğrafın bulunmasıyla yeni boyutlar kazanmış, dış dünyanın olduğu gibi
    saptanması bir ölçüde mümkün olmuştur.
    Realist akımda toplumsal yaşamdan seçilen ve gerçek dünyadan alınan konular, fotoğraflarda
    gerçek dünyadaki ilişkiler düzenine uygun biçimde betimlenmekte ve gerçekte var olan bir nesne ya
    da canlı varlık olarak tanınabilmektedir. Nesnel gerçekliği temel alan fotoğrafik gerçekçilik, doğal
    gelişmesi içinde yaşamın gerçek karmaşıklığını ve tam içeriğini algılayıp yeniden ortaya koymaktadır.
    Biçimsel estetiğin yerini gerçeğin tanıklığına bıraktığı gerçekçi fotoğraf sanatçıları arasında, Alfred
    Stieglitz, Edward Steichen, Paul Strand, Henri Cartier Bresson gibi önemli isimler sayılabilmektedir.
    Gerçeği arayıp bulmayı tutku haline getirmiş Stieglitz’in yanısıra, tüm tablolarını yakarak,
    kendini fotoğrafa adayan Steichen, en gerçek görünümü elde etmek için, yaz boyunca fincan ve
    tabağını, siyahtan beyaza kadar tüm tonlarda binden çok çekmiştir. Tam bir gerçekçi olarak ün yapan
    Paul Strand’da bu devirde yetişen ünlü fotoğrafçılardan biri olarak tanınmıştır .
    Ayrıca Edward Weston, Ansel Adams gibi fotoğraf ustaları da, fotoğraf makinesinin gerçeği kaydetme
    yeteneğini kullanarak‚ zengin doku, detay ve mükemmel tonlamaları kaydetmişler, insan ve doğayı
    gerçekle olan ilişkisini koparmadan fotoğraflamaya çalışmışlardır.
    1950’lerle birlikte başlayan, Batı’da olduğu kadar Türkiye’de de büyük dergilerin yürüttüğü
    gerçekçi foto-röportajlar, Anadolu’nun daha önce görülmemiş doğal güzelliklerini ve insanının
    yaşamını, tüm gerçekliğiyle dolaysız biçimde aktarmaya çalışmıştır. Bu dönemin en önemli
    dergilerinden biri olan Hayat Mecmuası, Anadolu gerçeğini aktaran fotoğraflara yer vermiş ve Ara
    Güler, Ozan Sağdıç, Şemsi Güner, Yıldız Moran, Semiha Es, İnal Tengizman gibi usta fotoğrafçıları
    yetiştirmiştir.
    Dünyanın büyük bir bölümünü gezmiş ve foto-röportajlar hazırlamış Ara Güler, Türkiye'de
    realist fotoğrafçılığın uluslararası alanda ün kazanmış önemli temsilcilerinden biri olarak kabul
    edilmektedir. Güler, özellikle 1960 ve 1970’li yıllarda kırsal kesimden kentlere göç, işsizlik vb.
    sorunlar nedeniyle toplumsal gerçeklerin üzerine gitmiş; göç olgusunun büyük kentte yarattığı sosyal
    dramı lirik ve romantik bir dille aktarmıştır.
    Türk fotoğraf tarihinin önemli kadın fotoğrafçılarından biri olan Yıldız Moran, fotoğraflarında
    sosyal yaşam ve doğa temalarını işlemiştir. Genellikle kırsal kesimin yaşantısından kesitlerin
    aktarıldığı sosyal içerikli kompozisyonlarında, insanın gerçek yüzünü açığa çıkarmaya çalışmıştır.
    1970’li yıllarda Türkiye’nin karış karış gezilerek belgelenmesi anlayışı gelenekselleşmiştir.
    Kırsal kesim insanını konu alan foto röportajları ile Fikret Otyam, gerçeğin olduğu gibi saptanması
    inancına sahip olan Gültekin Çizgen, toplumsal gerçekçi ve belgeci tarzıyla İbrahim Demirel
    çalışmalarıyla dikkat çekmiştir.
    Duygusallığını fotoğraflarına en güzel biçimde aktaran Sami Güner, dünyanın pek çok
    ülkesinde Anadolu yaşamının belgelendiği fotoğraflarını sergilemiştir. Ozan Sağdıç, kompozisyonun
    özenle seçildiği Anadolu gerçeğini aktarmıştır . Ersin Alok Türkiye’nin doğal
    görünümünü fotoğraflarken, Şemsi Güner Türkiye’nin pek çok bölgesini, kentini, köyünü
    belgelemiştir. Bu isimlerin arasına Sabit Kalfagil, Nusret Nurdan Eren, Gülnur Sözmen ve İsa Çelik’in
    yanısıra, Nevzat Çakır, İzzet Keribar, Mehmet Kısmet, Yusuf Tuvi gibi önemli fotoğraf sanatçıları
    katılmaktadır.
    Türkiye’de ve dünyadaki fotoğraf tarihine bakıldığında, realist fotoğrafın konusunu doğal ve
    tarihi görünümlerin yanı sıra genellikle toplumsal sorunların oluşturduğu görülmektedir. Gerçekçi
    fotoğraf sanatçıları, bu nedenle toplumdaki haksızlıklara, yoksulluklara, baskılara fotoğrafları ile
    tanıklık etmişler ve sorunları belgelemişlerdir.
    Realist akım, fotoğrafın bulunuşundan günümüze kadar önemli bir yaklaşım olarak her zaman
    etkinliğini sürdürmüştür. Bu yaklaşımın fotoğraf tarihi boyunca etkinliğini devam ettirmesine rağmen,
    fotoğrafçılık her zaman diğer sanat türlerinden ve akımlarından etkilenerek yeni fotoğraf akımlarının
    doğmasına neden olmuş, gerçekliğin aktarılmasında farklı yaklaşımlar görülmüştür.
    Fotoğraf, gerçekliği belgeme özelliği nedeniyle diğer sanatlardan farklı bir yol izlemesine
    rağmen, resimle fotoğraf arasındaki başlangıçtaki yakın ilişki,

    high-art (yüksek sanat) akımının
    doğmasına yol açmıştır. Fotoğrafın diğer sanat türleriyle aynı değere sahip olmasını isteyen bir grup
    İngiliz fotoğrafçı, 1850–1870 yılları arasında, çoklu baskı sistemini kullanarak resme benzer eserler
    üretmişlerdir. Farklı negatiflerden tek görüntü, montaj veya aynı kâğıdın birden fazla pozlanması gibi
    yöntemlerle görüntülerin gerçekliğini bozarak, yeni öyküler oluşturmak adına fotoğrafları çeşitli
    şekillerde kurgulamışlardır.
    Günlük hayattan kesitler sunan, ancak gerçekliği yeniden kuran duygu yüklü sembollere ve
    ayrıntılara yer veren bu eserlerle, diğer sanatçılara fotoğrafın sadece teknik bir araç olmadığı
    anlatılmaya çalışılmıştır. Özellikle, Thomas Couture tarafından yapılan ibadet resmine benzerliğiyle
    bilinen, Oscar Rejlander’in 30 ayrı negatiften yaptığı birleşik fotoğrafı “Two Ways of Life” (Yaşamın
    İki Yolu) resim ve heykellerle birlikte sergilenerek dikkatleri üzerinde toplamış ve fotoğrafik
    gerçekliğin bozulması anlamında tepki çekmiştir. Bu dönemde, önemli eserler üreten diğer önemli
    fotoğrafçılar arasında, şiirsel konuları benimsemiş William Lake Price ve Julia Margaret Cameron,
    konusu İncil’den alınmış ve İsa’nın hayatı üzerine çok sayıda fotoğraf hazırlamış Fred Holland Day,
    fotoğrafın duyguları resim kadar iyi bir şekilde aktarabileceğini göstermeyi amaçlayan Henry Peach
    Robinson sayılmaktadır.
    Çoğunluk sanatçısının, sanat hayatına ressam olarak başlayıp fotoğrafa geçmesi sonucu
    oluşan, resim sanatını eskiye bağlı taklitçi yapısı high-art akımının sonunu getirmiştir. Bu akımının
    dışladığı, sanatın katı geleneksel kurallarını kullanmayıp, kendi yetenekleri ve bakış açılarıyla
    fotoğrafa yeni bir kişilik ve gerçeklik kazandırmaya çalıştığı fotoğrafçılar, sonunda pictorialist akım
    içinde yerlerini almışlardır.

    Pictorializm (resimsellik) estetiğin içerikten, fotoğraf içindeki uyum ve
    dengenin gerçeklikten daha önemli olduğu, 1880’lerden 1930’lara kadar etkili olmuş, resimsel ifadeyi
    ön plana çıkarmış bir akımdır. Fotoğraflarda yumuşak tonlamalar ve ışık oyunları ile elde edilen
    dramatik ve şiirsel çalışmalar bu anlayışın önemli bir özelliği olmuştur.
    Pictorialistler, fotoğrafın kendi kuralları olan güzel sanatların bir dalı olduğunu
    savunmuşlardır. Pictorializm, natüralizm ve empresyonizm gibi çeşitli kavram ve disiplinleri içeren
    kapsamlı bir akım olarak kendini ispat etmiştir . Resim, gerçeğin
    ipuçlarını yakalayabileceği doğru bir belge olarak fotoğrafı kullandığı gibi, fotoğraf da kendini bir
    sanat olarak kabul ettirebilmek için resmin estetik ve görsel özelliklerini kullanmıştır. Fotoğrafta renk,
    çizgilerin dengesi, içerik ve estetik önemli hale gelirken, konu seçimi, gerçek görüntülerden yola
    çıkarak fotoğrafik öğeler arasında yaratılan uyum, çekim ve baskı aşamasında kullanılan teknik ve
    estetik müdahale yöntemleri resimsel ifadeyi kuvvetlendirmiştir.
    Pictorialistler, gerçek sanatın amacının, gerçeğin ve doğanın yeniden üretilmesi olduğunu,
    gerçekte oldukları gibi değil, insan gözünün algıladığı gibi sanat ürünlerinde verilmesi gerektiğini
    söyleyerek bu akımın mantığını açıklamışlardır . Katı geleneksel kuralları
    kullanmaktan çok, kişisel ifade biçimlerini ve yeteneklerini ortaya koymuşlar, bu şekilde, ortaya
    başkaldırıcı bir hareket çıkarmışlardır.
    1902 yılında Alfred Stieglitz, New York’ta “Photo-Secession” adında bir grup kurmuştur.
    Resimsel ifade aracı olarak fotoğrafı geliştirmeyi amaçlayan bu grup, yayın organı olarak fotoğraf
    tarihinde oldukça önemli olan Camera Work dergisini çıkartmıştır. Alfred Stieglitz’in önderliğinde,
    Clarence White, Frank Eugene, Gertrude Kasebier ve Edward Steichen gibi önemli isimlerden oluşan
    bu grup, fotoğrafın kendine yetebilecek bir anlatım diline sahip olduğunu savunmuştur.
    Rastlantısallığın değerlendirilmesi, doğrudan doğruya gerçeklikten yola çıkarak soyutlamalara
    varmak, sıradanlığın estetiğini keşfederek, nesnenin özünü fotoğrafik olarak yansıtmak, gerek çekim
    gerekse baskı aşamasında en az müdahale ile mükemmel teknik üstünlük şeklinde özetlenebilen “saf
    fotoğraf” kavramı yine bu dönemde ortaya çıkmış, Photo-Secession üyeleri ve Camera Work
    dergisinde yer alan sanatçılar 19. yüzyıldan 20. yüzyıla estetik bir köprü kurmayı başarmışlardır . 20. yüzyıl modern fotoğraf anlayışını oluşturan ve etkileyen ilkeler, bu dönemde oluşmaya
    başlamıştır.
    Pictorializm temelini empresyonizmden (izlenimcilik) almaktadır. Konudan edinilen
    izlenimden yola çıkarak yapıta ulaşmayı amaçlayan empresyonizm, resim sanatının fotoğraftan
    etkilenerek, gerçeğin olduğu gibi tespit edilmesi yaklaşımıyla ilk örneklerini vermiştir.
    1860’lı yıllarda Fransa’da ortaya çıkan

    empresyonizm, gerçekçi anlayışın resimdeki son
    halkası olarak değerlendirilmiştir. Empresyonistler, romantikler ve gerçekçilerin anlatım biçimlerinden
    farklı olarak, düşünce ya da görüntü olarak algılanan her şeyin insanda bıraktığı izlenimleri, aslına
    benzerliği, tarihselliği ve duygusallığı içinde resmetmeyi seçmişlerdir.
    Empresyonist sanatçılar dış dünyaya ait olanı; ışığı, renkleri, tepkileri, hüzünleri yansıtan anlık
    konuları resmetmişlerdir. Bu akım ışık ile resim yapma olarak tanımlanmış, ışık, renk ve renk
    kontrastlığı anlayışında devrim yaratmış, idealize edilmiş soyut ışık yerini gerçek ışık kaynağı güneşe
    bırakmıştır. Konu ışık yansımaları arasında kaybolmuş, düzenleyici olan aklın yerini göz almaya
    başlamış ve gördükleri gerçek renkleri resmetmişlerdir.
    İzlenimciler, duyular dünyasına kendilerini bırakmış gibi görünseler de nesneleri oldukları gibi,
    nesnel bir şekilde görmeyi amaçlamışlardır. Bu nedenle de, fotoğraf makinesini bir resim değil,
    gerçeği daha iyi gören bir göz olarak kullanmışlar; böylece ‘görme’yi gösterebilmeye
    dönüştürmüşlerdir . İzlenimciler için fotoğraf, burjuva yaşamının gündelik
    gerçeklerine yaklaşabilmek ve ona nüfuz edebilmek için resme yardım eden bir belge olmuştur.
    Burjuva ya da gündelik yaşamın içeriğinde sanki kendiliğinden, anlık bir amatör hatıra fotoğrafı
    kalitesi, her an değişen, basit ve hemen yok olan bir gerçeklik varolmuştur . Akıma
    ismini veren “İzlenim: Gündoğumu” adlı tabloyu yapan Monet, gündelik yaşamdan enstantaneleri
    resmeden Manet ve resimde görülene sanki fotoğraf makinesinin vizöründen bakan Degas bu akımın
    önemli temsilcileri arasında sayılmaktadır.
    Fransız empresyonist ressamların, tabiatı olduğu gibi aktardıkları çalışmalarının kişisel
    izlenimlerine dönüşmesi, fotoğraf üzerinde güçlü bir etkilenmenin ispatı olmuştur. Fotoğrafta da
    anlamdan daha çok biçime önem veren izlenimciler, ayrıntıları yok edip yumuşak tonlar elde etmeye
    çalışarak bu etkiyi güçlendirmişlerdir . Fotoğrafçılar, emprosyonistlerin
    renkleri kullanışını taklit etmemişler, ancak ışığı kullanarak yumuşak geçişler yapmayı sağlamışlardır.
    George Davison, yumuşak görüntü alabilmek için iğne deliği kamera kullanmış, Davison’dan
    etkilenen Alexander Keighley empresyonist romantik yaklaşımı geliştirmiştir. Fransa’nın estetik
    fotoğraf akımının üretken fotoğrafçısı Robert Demachy ise baskıya müdahale ederek fotoğraflarını
    üretmiştir.
    Photo-Secession içindeki empresyonistler arasında 1894’ten önceki ilk çalışmalarında
    müdahale edilmiş öğelerden oluşan günlük görüntülerle Alfred Stieglitz, Amerika’nın önemli
    izlenimcilerinden olan Rudolf Eickemeyer, izlenimci görüntüler elde etmek için çok çeşitli teknikler
    denemiş Alvin Langdon Coburn, basit sahneleri ve arka planı karartılmış fotoğraflarıyla Clarence
    White ve dağılmaya neden olan basit objektifleriyle doğa fotoğrafları çeken Edward Steichen
    sayılabilmektedir. Modern empresyonistler arasında ise yumuşak tonları hareket ve manzara
    fotoğraflarında kullanan Ernst Haas, filmin gren yapısına yönelik fotoğraflarda yumuşak tonlamalar
    kullanan Sarah Moon ve fazla miktarda ışık düşürerek oluşan dağılmaları kullanan David Hamilton
    gibi önemli isimler yer almaktadır.
    Türk fotoğrafında izlenimcilik, 1960’lı yıllardan sonra gelişmeye başlamıştır. Bu tarz önceleri
    yabancılardan esinlenme şeklinde olmuştur. Resimle fotoğrafı kaynaştıran Şahin Kaygun, Magie
    Danon, yeni ve farklı tekniklerle ışığın öne çıkan ilginç kullanımıyla yapıt üretmişlerdir. Şakir
    Eczacıbaşı da fotoğraflarında nesnelerin konturlarının eritilmesiyle yine ışığı ön plana çıkartarak
    izlenimci tarzda çalışmıştır (Çellek, 2004:1).
    Pictorializm, bir yanıyla empresyonist, diğer yanıyla da natüralist bir akım olarak kabul
    edilmiştir.

    Natüralizm (doğalcılık), yaşamı ve doğayı birebir oranında kopya eden, gerçekliği görünüşü
    içinde ele alıp derinindeki süreçleri anlamaya çaba göstermeyen bir anlayış olarak kabul edilmiştir.
    Sanat yapıtında doğal gerçekliği hiçbir değişime uğratmadan, üsluplaştırıp ülküselleştirmeden
    betimlemeyi amaçlayan anlayış olan natüralizm, gerçekliğin çirkin ya da güzel oluşuna
    aldırmamaktadır .19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında ortaya çıkan
    sanat ve edebiyat akımı natüralizm, o dönemdeki doğa ve pozitif bilimlerin deney ve gözlem
    yönteminden etkilenmiş, nesnelerin olduğu gibi betimlenmesi anlayışı bu dönemde iyice önem
    kazanmıştır.
    Başlangıçta fotoğrafçılık, makinenin detayları ve dokuyu naturalistik bir şekilde gösterme
    yeteneği nedeniyle resme bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu gelişme 19. yüzyılın sonlarında gerçek
    bilgiye duyulan ihtiyaçla aynı döneme rastlamıştır . Natüralizm akımı, yaşamın her
    biçim ve düzeyinin bir ifadesi olmuş, doğayı en güçlü ve en yoğun haliyle yeniden temsil etmiştir,
    ancak doğanın ideal güzelliği fikrini kabul etmemiştir. Sanattan çok yaşama yakın olan bir anlatıma
    sahip olan natüralizm, realizm akımını pekiştirmiş, yeni konular ortaya çıkararak gerçekçiliğin
    zenginleştirilmesine neden olmuştur.
    Doğanın gerçekliğiyle ilgilenen ve en önemli natüralistlerden biri olan İngiliz Peter Henry
    Emerson, sahtelikten uzak gerçek görüntüler kullanılması gerektiğini, ressamların metotlarını taklit
    etmenin kabul edilemez olduğunu, dikkatli ve sanat kurallarına uygun kompozisyonlar oluşturulması
    gerektiği görüşünü savunmuştur. Ayrıca fotoğrafçı hızlı çalışmalı, anında düşünmeli, mümkün olduğu
    kadar görülene yakın ve saf fotoğraflar için çoklu baskı ve diğer müdahale yöntemlerinden
    kaçınmalıdır . Emerson’un etkisi daha sonra pek çok fotoğrafçıda da
    görülmüştür. Bunlar arasında Frederic Evans, Alfred Stieglitz, Paul Strand, daha sonra doğrudan
    fotoğraf hareketinden Andre Kertesz, Eugene Smith ve Henri Cartier Bresson sayılabilmektedir.
    Gültekin Çizgen’e göre, doğrudan fotoğrafın gücü gerçekliğine yaslanmaktadır. Bugün
    doğrudan fotoğrafta “gerçekçilik” olarak anlaşılan, var olanın olduğu gibi aktarılması, taklit edilmesi
    değil, onun bir sanatçı yorumuna kavuşturulmasıdır . Gerçeğin özünün yoğunlaştığı
    doğrusal fotoğraf, soyutlanmış sübjektif tarzı kabul etmemektedir.
    Natüralizm, pictorial fotoğrafçılığa yeni bir yaklaşım türü olarak kabul edilmiş, high-art ve
    pictorial fotoğraflardan daha çok yoruma açık olmuştur. Aslında, high-art, photo-secession,
    empresyonizm ve natüralizm genel olarak pictorializm akımının içerisinde toplanabilmektedir.
    Dış gerçekliğin ışık/gölge, oranlar, renk değerleri ve karakterleri içinde yansıtılmasına yönelik
    natüralist yaklaşım, içinde filizlenen gerçeklik ve yeni gerçeklik doğrultusunda uzunca bir yol almış,
    bu dönem ustaları kendi yeteneklerini, fotoğrafın sınırları içinde ya da sınırlarını zorlayarak kabul
    ettirme çabası içine girmişlerdir.

    Doğrudan fotoğraf ve “Yeni Gerçekçilik” 1920’ler civarında pictorializmin ardından ortaya
    çıkan temel hareketlere verilen isimler olmuştur. High-art’ın kurgu ve resme benzer konularından
    kurtulan bir grup fotoğrafçı, modern sanatın etkisiyle daha gerçekçi ve ayrıntılı görüntü üretmelerinin
    sonucunda bu tarz çalışmalar doğmuştur . 1920 yılında Almanya’da
    Ekspresyonizme karşı tepki olarak doğan yeni gerçekçilik, eşyanın gerçeğini, ışık ve gölgeden yoksun
    keskin çizgilerle vermeyi amaçlamıştır. Nesnelerin seçilmiş olması, karanlık oda ve baskı kalitesinin
    artmış olması, ışığın sanatçılar tarafından iyice gözlenerek seçilmesi bu akımın başlıca özellikleri
    arasında kabul edilmiştir. Bu dönemde özellikle mimari detayların yanı sıra
    makine ayrıntıları, doğa çalışmaları, bitki doku veya biçimleri fotoğraflanmıştır. Ansel Adams ünlü
    zone sistemini bu dönemde geliştirmiş, nesneler üzerindeki ışığı ve tonları, daha çekim yapmadan
    önce ayrıntılarıyla incelemek ve sonuç görüntünün nasıl olacağını kavrayıp, ona göre pozlama, banyo
    ve baskı işlemlerini belirlemek mümkün olmuştur.
    1917’den itibaren bu tarz fotoğraflar çekmiş olan Paul Strand ve Charles Sheeler gibi
    fotoğrafçılar çalışmalarıyla New York’da “Yeni Gerçekçi” olarak anılmaya başlamıştır. Modern
    Avrupa sanatından etkilenmiş olan Strand, yalın fotoğraf elde etmek amacıyla, yakından çekilmiş taş
    yığını, köy evi sundurması, bitki detayları gibi yarı soyut denebilecek konuları fotoğraflamıştır
    1924’ten sonra Avrupa’da yalın fotoğrafçılık anlayışını geliştiren “Yeni
    Objektiflik” ismiyle bir hareket gelişmeye başlamıştır. Doğal ve insan tarafından yapılmış objeleri
    fotoğrafta bağımsız olarak kullanmanın yollarını arayan Alman fotoğrafçı Albert Renger-Patzsch,
    fotoğrafçının fotoğrafın sınırları içinde kişiliğini katmadan, fotoğrafı resme benzetmeye çalışmayan
    sabırlı bir araştırmacı olması gerektiğine inanmıştır. 1932 yılında Edward
    Weston ve bir grup fotoğrafçının (Ansel Adams, Imogen Cunningham, Willard Van Dyke dahil olmak
    üzere) yer aldığı Grup f: 64, yalın fotoğrafa son şeklini vermişlerdir. Bu grubun fotoğrafta gerçekçi
    tavrın yaygınlaşmasında büyük etkileri olmuştur.
    II. Dünya Savaşı sonrasında ‘gerçekçilik’e yönelme eğilimi, sanatta bir geriye dönüş olarak
    algılanmamıştır. Tam tersine, gerçeğin-görünenin hiç yapılmadığı kadar yorumu yapılmış, ‘gerçek’
    kavramı sorgulanmıştır. Bu dönemde ‘Yeni Gerçekçilik’in ortaya çıkışı yeni bir dünyanın kurulması
    için gerekli çaba ve heyecanı ifade etmiştir. Yeni gerçekçi hareketin içinde belgeselciler ve
    romantikler olmak üzere başlıca iki eğilim dikkati çekmiştir . Belgesel fotoğraf
    üslubu, fotoğrafın keşfinden bugüne dek yoğun ve etkili olarak kendini hissettirip, her sanat akımına
    kaynaklık etmiş ve buna bağlı olarak da içeriği en çok tartışılan anlayış olmuştur .
    Temelini gerçekliğin yansıtılmasından alan belgesel fotoğraflarda, teknik, estetik ve içerik üçgeni
    başarılı bir şekilde kullanılmış ve fotoğraf sanatı tarihine eşsiz eserler kazandırılmıştır. Amerikan
    Çiftçi Birliği adına fotoğraflar çeken Dorothea Lange, sosyal belgeselcilerden Lewis Hine, Jacop Riis,
    Eugene Atget, gerçeğin yalnızca bir kısmını yakalayarak, dünyayı değiştirmeye kalkmadan yalnızca
    onu tanımak ve yansıtmak isteyen Robert Frank, Lee Friedlander, Garry Winogrand, Brassai ve Diane
    Arbus sayılabilmektedir.
    19. yüzyılın ilk yarısında kendini göstermeye başlayan

    romantizm, İngiliz ressamlarının doğa
    ve insan sevgisi, tablolarındaki gizemli ifade, dönemlerinin gereği insan hakları düşüncesiyle
    birleşerek bu akımın gelişmesini sağlamıştır. İngiliz William Turner, doğanın gerçek görünüşünü
    resmederek insan ruhu üzerindeki etkilerine dikkati çekmiştir. Romantik sanat,
    gerçekleri yansıtma yerine duyguyu temel almış, güzellikten çok ifadeyi ön plânda tutmuştur.
    Romantizm, 19. yüzyılda ticari olarak portre fotoğrafı çeken stüdyolarda, doğal görünümlerin
    yerine dekorlarla yapılan çekimlerde kendini göstermiştir. Üslup olarak photo-secession ve
    empresyonizme yaklaşmakta olan bu akım, kişilerin duygusallığını ön plana alarak, ruhsal
    çözümlemeler, zarafet, coşku ve büyülü etkiler, baskıda müdahale, romantik efektlerle, resimsel soft
    çalışmalar üretmiştir. Biçimsel anlatımlar, 1920 ve 1930’lu yıllarda moda dergilerinde en üst seviyeye
    yükselmiştir.
    Yerini realizme bırakmış olan romantizmin öncüleri arasında, öncelikle yumuşak ışık
    kullanılarak çekilen kadın ve çocuk fotoğraflarıyla Gertrude Kasebier, fotoğraflardaki kişilerin gerçek
    olamayacak kadar romantik bir incelik ve zarafet duygusu bıraktığı Clarence White, kurguları
    sürrealizm vb. akımlara referans oluşturan Cecil Beaton gibi sanatçılar sayılabilmektedir. 1950’lerden
    itibaren ise ünlü kişileri fotoğraflayan Yousuf Karsh, özellikle romantik genç kız fotoğraflarında
    uzmanlaşan David Hamilton, Viktorya dönemine benzer romantik moda fotoğrafları çeken Sarrah
    Moon gibi çağdaş sanatçılar dikkat çekmektedir.
    Natüralizm ve empresyonizme bir tepki olarak doğmuş olan ekspresyonizm (dışavurumculuk
    ya da anlatımcılık), sanatçının birey olarak duygularını anlatarak dışa vurması olarak ifade
    edilmektedir. Ekspresyonistler, dış dünyanın nesneleri ya da olaylarıyla ilgilenmekte, nesneyi
    parçalayıp onun arkasındaki gerçeği yakalamak istemektedirler.
    20. yüzyıl başlarında İskandinav (Norveç, İsveç) ve bazı Alman sanatçılarının oluşturdukları
    ve geliştirdikleri bir sanat hareketi olan ekspresyonizm, çağının psikolojik, ekonomik, politik ve dinsel
    sorunlarını, insanı ve yaşamın dramını dile getirmeye çalışmıştır.
    Duygusal ve öznel bir dünya görüşüyle belirlenen bireysel ilişkiler ve güçlü duygular en güç,
    en kaygılı, en acılı ya da trajik yanlarıyla ekspresyonizmin özünde yer almış, abartılmış renklerle ve
    çarpıtılmış biçimlerle anlatılmıştır. Ekspresyonist fotoğraf sanatçılarından birisi olan Wols, akımın
    etkisinde kalarak yaptığı “Ohne Titel” başlıklı 10 fotoğraflık çalışmasında, bebeklerin bozulmuş
    görüntüleri yer almıştır. Hans Bellmer de daha çok deforme edilmiş bebek fotoğraflarıyla tanınmış,
    çalışmalarında hem sürrealist hem de ekspresyonist boyutu birlikte görülmüştür (Özdemir, 1999:16).
    Joel Peter Witkin'in fotoğraflarında, hem sürrealist hem de ekspresyonist özellikler bulunmakta,
    mitolojik figürler, dinsel simge ve kompozisyonlar, ölüler, özürlü insanlar, deformasyon, ahlak dışılık
    ve çirkinliklerle dolu düşsel bir atmosfer yer almaktadı. Belgesel fotoğraf alanında
    son dönemde yaptığı foto-röportajlarla adından söz ettiren Sebastiao Salgado’nun fotoğraf
    çalışmalarının da içeriksel ve biçimsel düzeninde, politik ve ekonomik sorunları incelemesi ve bazı
    fotoğraflarında dikkati çeken koyu tonlar ekspresyonist yaklaşımın izleri olarak görülmektedir.
    Türk fotoğraf tarihinde önemli bir yere sahip olan Bahaettin Rahmi Bediz’in, yaşadığı
    dönemin aydın ve sanatçılarıyla yaptığı portre çalışmalarında ise, yetkin bir "Ekspresyonizm" vurgusu
    bulunmaktadır. Çektiği her karede, yaratma güdüsü, ritmi, duygu, düşünce ve düş dünyası arasında
    kurduğu denge dikkat çekmektedir (Çınar, 2005:1).
    1885 yıllarında, edebiyatta gerçekçiliğin, empresyonizmin aşırı gitmelerine bir tepki olarak,

    sembolizm akımı gündeme gelmiştir. Bu akıma göre, sanatçılar doğadan ve yaşamdan alınmış
    sembollerle düşüncelerini, görüşlerini dışa vurmuşlardır . Görünenin altındaki gerçek
    anlamları mantıklı bir biçimde dışarı vuran bu yaklaşımda, öncelikle bir düşünce olmalı ve bu düşünce
    sembollerle anlatılmalıdır. Öznel bir yaklaşım olan sembolizmde nesne, nesne olarak değil, öznenin
    algıladığı şekilde bir düşünceyi dışarı vurmakta, sanatçının iç dünyasında her şey son şeklini
    almaktadır.
    Semboller, dışavurumcu fotoğrafçılar kadar belgesel fotoğrafçılar tarafından da kullanılmıştır.
    Robert Frank’ın Amerikalılar çalışmasında, Bill Brandt’ın İngiliz orta sınıfına ait fotoğraflarında
    sembol olmuş görüntüler ve yaklaşımlar bulunmaktadır . Ayrıca, Minor White,
    Wynn Bullock, Harri Callagan ve Paul Caponigro bu akım içinde yer alan önemli isimlerdir.
    20. yüzyıl sanatında devrim sayılmakta olan


    kübizm ise kendisinden önce gelen sanatsal
    akımlardaki doğayı olduğu gibi tekrarlamanın ötesinde hareket etmiştir. Sanatta yaratma eylemi, tam
    anlamıyla özerk bir olay haline kübistlerce getirilmiştir . Empresyonist akıma bir
    tepki olarak görülebilen kübizm akımının sanatçıları empresyonizmdeki renk oyunlarını bırakarak,
    varlıkları geometrik biçimler olarak resimlemişlerdir. Kübizm akımının üçüncü boyutu, tuvalin
    üzerine perspektif olmadan getirebilmesi temel özelliği olmuş, cisimler parçalanarak, öne arkaya
    katlanmış ve açılmıştır.
    Konularını ilişkili olabileceği her türlü öğeden, dışsal yapıdan uzak, öncelikle belli bir fiziksel
    varlığa sahip bir nesne olarak yorumlayan kübizm sanatçıları, rahatça çalışabilecekleri objeleri
    seçmişlerdir. Düşünce biçimleriyle değişmekte olan gerçek dünyayı konu almalarına rağmen,
    objelerini gerçeklikten bağımsız olarak incelemişlerdir.
    Kübizm akımından etkilenmiş fotoğrafçılar, hayata hem gerçek hem de soyut anlamda farklı
    açılardan baktıklarını göstererek, farklı ya da aynı kareleri üstüste ya da yanyana basıp çeşitli kolajlar
    oluşturmuşlardır. Kübist sanatçılar, fotoğrafları çeşitli parçalara ayırmış, sonra da bu parçaları yeni bir
    kompozisyon içinde tekrar birleştirmişlerdir. David Hockney’in kolaj çalışmaları bu akımın önemli
    eserlerindendir.

    Fütürizm (gelecekçilik), 20. yüzyıl başlarında, Kübizm’e tepki olarak ortaya çıkmış, dış dünya
    gerçeklerini bir tarafa bırakarak, iç dünyayı aktarmıştır. Bunun yanı sıra makineleşen çağdaş
    uygarlığın en önemli öğeleri olan hız ve hareketi, dolayısıyla dinamizmi sanata getirmeyi
    amaçlamıştır.
    Önceki akımları hareketsiz bulduklarını, aksine gerçek hayatın hareketli ve dinamik olduğunu
    söyleyen fütüristler, soyut bir anlayışla, hareketin bir süreç içindeki eşzamanlı değişik görüntülerini,
    bir araya getirmeye çalışmışlardır. Fütürizmi geleceğin sanatı olarak görmüşler ve yaratıcılığı boğan
    geleneğe karşı olmuşlardır. Durağan ve donmuş görüntülerin hiçbir zaman doğal olmadıklarını
    söylemişler ve fotoğrafta hareketin karmaşıklığı, gerçeği ve ritmini vermeyi amaçlamışlardır. Fütürist
    bir sanatçı olan Giacomo Balla, bir olayın arka arkaya gelen evrelerini tek tek saptayan
    “kronofotoğraf” tekniğini kullanmıştır. 1912 yılında ürettiği “Keman Yayının Ritimleri” isimli
    fotoğrafta, hareketin çözümlenişi görülmektedir.
    Bragaglia’nın “Fotodinamizm” olarak adlandırdığı fotoğraf çalışmaları da fütürizm içerisinde
    oldukça önemlidir. Bu çalışmalarında amacı, zamanındaki birçok sanatçı gibi, hareketin
    karmaşıklığını, ritmini, gerçeği ve maddeleşmekten ayrılmayı yansıtan görüntüler üretmek olmuş,
    hareketin dinamik kaydını gerçekleştirmek amacıyla uzun poz süreleri kullanmış. Fütürist akım Andy Earl, Eric Staller, Jhon Starr, Jacques Henri Lartiques, Barbara Morgan
    gibi ünlü fotoğrafçıların çalışmalarında görülmektedir. Türkiye’de ise Şakir Eczacıbaşı’nın
    fotoğraflarında hareket ve dinamizm izlenmekte, bu dinamizme flu görüntüler eşlik etmektedir.
    İnsan aklında çağrışımlar oluşturan, düşündürücü, bakan kişiyi kendisine çeken fotoğraflar
    üretmeye çalışarak kübizmin ardından yeni deneyler yapan fotoğrafçılar, gerçeğin dışında soyut
    çalışmalar üretmeye başlamışlardır. Fransa’da doğan non-figüratif, non-objektif gibi isimlerle de
    anılan soyut sanat, fotoğrafta doğada rastlanan gerçek varlıkları betimlemeyen bir anlayış olarak kabul
    edilmiştir. Bu anlayışla üretilen fotoğrafta genelde fiziksel gerçekliklere gönderme yapılmamakta,
    dolayısıyla da, fotoğrafın içerdiği görsel öğelerin gerçek varlıklar olma zorunluluğu bulunmamaktadır.
    Soyut sanat, gerçekliğe bağlı kalmayı aşarak, zihinsel bilgiyi temel alan ya da bilgiyi tümüyle
    dışlayan bir yaklaşımdır (Arat, 1989:162). Nesnel gerçekliğin bulunup, çıkarılması, işlenmesi ve
    sergilenmesi toplumcu gerçekçiliği savunan her sanatçının doğrusal yönü olarak kabul edilmiştir.
    Ancak, doğrunun koordinatlarından sapma gösterdiği yer soyut sanat alanı içine girmektedir. Soyut
    kısmın yapıta bakan kişilerce şekillendirilmesi de tekrar somutlama olarak görülmektedir (Halis,
    1987:46). Bu şekilde, fotoğraf sanatında yansıtmacı geleneğin dışında, biçimsel bozulma, renk
    varyanyonları, doku ve detay çekimlerinin yanı sıra kolaj, montaj vb. tekniklerle soyut sanat dönemi
    başlamıştır.
    Man Ray, Jon Heartfield, Aleksandr Rodchenko, Mohaly Nagy gibi yeni teknik arayışlarında
    bulunan sanatçıların yanı sıra Andre Kertesz aynalarla distorsiyona uğrattığı nü çalışmaları ile Ralp
    Gibson sert ışık ve gölge formları ile insan detaylarında soyut anlatımlara gitmiştir. Rene Burri renkli
    fotoğraflarda geometrik biçimleri yarı soyut bir anlayışla resmetmiştir. Franco Fontana, biçim ve
    nesnelerle renk abstraksiyonuna gitmiştir. Christian Vogt insan ve özellikle nü çalışmalarında
    soyutlamaya giderek özgün çalışmalar ortaya koymuştur (Karadağ, 1989:172).
    Türkiye’de ise, Şahin Kaygun çalışmalarında soyut sanatla öznel öğelere dayalı anlatımcılığın
    birleştiği çalışmalar üretmiştir. Deneysel fotoğrafın gelişmesine öncülük eden Ahmet Öner Gezgin,
    80’li yılların başında bu anlayış biçiminin en önemli temsilcilerinden Nuri Bilge Ceylan, Adnan Ataç,
    Emine Ceylan, Ali Rıza Akalın, Tuğrul Çakar sayılabilmektedir.
    İnsanlığı karamsarlığa, karmaşıklığa, ümitsizliğe iten I. ve II. Dünya savaşları dada akımın
    ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dadaizm, 20.yüzyılın ilk çeyreğinde burjuvaya ve tüm ahlaki,
    sanatsal ideolojik kurumlara karşı olma, eleştirme bağlamında kendini göstermiştir. 1930’larda Hitler
    rejimini eleştiren John Heartfild’in Anti- AIZ dergisinde yaptığı kolajlarda oldukça ünlüdür. Sıradan
    nesneler gerçek kimliklerini kaybederek yeni ve farklı yapılara dönüştürülmüştür. Marcel Duchamp’ın
    yapıtlarında bir bisiklet tekerleğini bir iskemlenin üstüne yerleştirdiği yapıtı, tuvaletlere "su kaynağı"
    adını taktığı çalışması, şişe kurutmaya yarayan bir makineyi bir sütun tabanı üstüne oturttuğu yapıtı bu
    dönemin önemli eserlerinden olmuştur.
    New York’ta dada hareketleri fotoğraf sanatçısı Alfred Stieglitz’in gerçekliği olduğu gibi
    kaydetmenin ötesinde olan girişimleriyle başlamıştır (Özdemir, 1999:17). Berlin dadacıları John
    Heartfield, George Grosz ve Raoul Hausman çeşitli fotomontajlar yaparak, hayali olanla çeşitli
    zamanlarda yaşanan gerçekleri bir araya getirmeyi amaçlamışlardır.
    Almanya’nın Dessau kentinde kurulan Bauhaus bu sanat düşüncesinin uygulanması ve
    yaygınlaşmasında önayak olmuştur. Almanya’da Naziler işbaşına gelinceye dek yaşamını sürdürmüş
    ünlü sanat okulu Bauhaus’un önemli temsilcileri arasında Paul Klee, Wassily Kandisky, Laszlo
    Moholy-Nagy gibi dadaistler sayılabilmektedir. Dadaizm sürrealizmin habercisi olmuş bir akımdır.
    Empresyonizm ve kübizmden sonra yaygınlaşamaya başlayan, ruhbilim kurallarına dayanan

    sürrealizm (gerçeküstücülük), bilinçaltı gerçeklerinden yola çıkmaktadır. Sürrealizm, 1920’li yılların
    başında Fransa’da ortaya çıkan bir sanat akımıdır. Viyanalı psikiyatrist Sigmund Freud’un başlattığı
    psikanaliz verilerine dayanan bu sanat görüşü, cinsel güdüler ile ölüm korkusu ve yaşam
    içgüdülerinden gelmektedir. İnsanın bir anlamda anlık ruhsal çelişkileri, karşı çıkmaları ve buna
    benzer tepkileri sanata yansımaktadır. Sürrealist sanatçı, dünyayı kendi iç dünyasında yeniden kurarak
    dışarıya yansıtmaktadır ve bu akıma göre her şey mümkündür, herkes sanatçı olabilmektedir.
    Bilinçaltındaki sürrealist görüntüler, hayallere ve fantezilere dayanmakta, ancak maksimum
    gerçeklik ve detaylarla ifade edilmektedirler. Bu anlatım şekli, fotoğrafı en uygun araç haline
    getirmektedir. Fotoğrafın detayları kaydedebilme yeteneği, gerçekliği ve doğruluğu, fantezilerin
    gerçekmiş gibi algılanmasını sağlayabilmektedir . Ayrıntıyı kaydedebilme
    yeteneğiyle sağlanan, inandırıcılıkla doğruluk sanısı yaratılıp fanteziler gerçekmiş gibi
    algılanmaktadır. Gerçek ve fanteziyi birleştiren, bu yolla kusursuz gerçeklik içindse yayılmış bir
    biçimde sürrealist nesneler bulunmaktadır. Sürrealizmde her şey mümkün görülmektedir. Sürrealist
    fotoğraf, şiir ve oyunlarda olduğu gibi imkansızı gerçek yapmaktadır (Özdemir, 1999:18).
    Sürrealist sanatçılar çekim teknikleri ile görüntüye müdahale ettikleri gibi çoklu baskı,
    boyama ve sandviç baskı, solorizasyon, montaj gibi teknikleri de kullanmışlardır. Bu akımın fotoğraf
    sanatçıları, ayrıca “an” fotoğraflarında da sürrealizme yönelmişlerdir. Raoul Hausmann, John
    Heartfield, Man Ray, Lazslo Moholy-Naghy, Jerry Uelsmann, Paul Citroen gibi sanatçıların yanı sıra
    Türkiye’de ise Şahin Kaygun, İsa Çelik, Orhan Alptürk, Nazif Topçuoğlu, Tuğrul Çakar gibi isimler
    sürrealist çalışmalar üretmişlerdir.
    1950’lerin ortalarında meydana çıkan ve popüler olanı konu eden

    pop art, Richard Hamilton,
    David Hockney, Andy Warhol gibi sanatçıların fotoğrafı kullanması nedeniyle fotoğraftan bağımsız
    olarak düşünülememektedir. Varlık nedenini sorgulayan pop art, sürrealizm gibi geleneklere karşı
    tavrıyla 20. yüzyıl sanatını şekillendirmiştir.
    Pop art, modern olan, sanayiye ve toplumbilime ilişkin özellikler gösteren ve kentsel nitelikler
    taşıyan doğaya özgü yeni bir anlamın keşfiyle ortaya çıkmış “çağdaş gerçekçilik” alanının tümünü
    kucaklayan bir akımdır. Bundan dolayı çok geniş bir kesime seslenmiş, batı sanatını etkilemiştir
    (Erutku, 1999:58). Pop art, fotoğrafı, modern kültür hakkındaki duygularını ifade etmek için
    kullanırken onu sadeleştirmiş, basitleştirmiş, kesmiş, biçmiştir. Fotoğraf kesilerek, gerçekliğe
    rastlantısal bir yön verilmiş, gerçeklik parçalanmış ve bu özellikler, çağımız gerçeğini simgelemiştir

    Pop art sanatçıları, gazete, dergi ve reklam kupürlerinden kolaj, montaj veya tekrarlarla günlük
    ve sıradan olayları ele almışlardır. Halk tarafından anlaşılabilen üretimler yaptıkları için yüksek
    sanatla aşağı sanat arasındaki uçurumun kapanmaya başladığı gözlenmiştir.


    iyi forumlar











    Konu iceveberg tarafından (14.November.2010 Saat 14:32 ) değiştirilmiştir.
    "Sadece kameranız ve siz varsınız. Fotoğrafınızdaki kısıtlamalar size bağlıdır; çünkü ne gördüğümüz kim olduğumuzdur." -Ernst Haas

  • #2
    altugyenice - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    CT İstanbul Avrupa Yakası Üyesi

    Status
    Offline
    İsim
    Altuğ YENİCE
    Makina:
    550D
    Üyelik tarihi
    02.December.2009
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    37
    Mesajlar
    1,071

    Standart

    Selim özetle içeriği ne bu yazının? Elimizdeki fotoğraf makineleri patlayıp ölecek miyiz? :yaril

    Şaka bir yana uzun bir yazı. Daha okumadım ama yarın okumayı planlıyorum.










    550D

    http://www.sanalpazar.com/dukkan/Foto-Alisveris__u169287

  • #3
    iceveberg - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    CT İstanbul Anadolu Yakası Üyesi

    Status
    Offline
    İsim
    SELİM EMANET
    Makina:
    CANON 5D + 6D
    Üyelik tarihi
    12.April.2010
    Nereden
    İSTANBUL-Beykoz
    Mesajlar
    2,395

    Standart

    kısaca özeti fotograf sanatının tarihsel olarak nelerden etkilenip
    o zamandaki fotografçıların nasıl ve hangi konularda fotograf çektigi anlatan bir yazı...bence herkesin okuması gereken bir yazı..
    herkese tavsiye ederim










    "Sadece kameranız ve siz varsınız. Fotoğrafınızdaki kısıtlamalar size bağlıdır; çünkü ne gördüğümüz kim olduğumuzdur." -Ernst Haas

  • #4
    Senior Member

    Status
    Offline
    İsim
    Aspet Manukyan
    Makina:
    Benim için fark etmez, RAW çeksin yeter...
    Üyelik tarihi
    30.June.2010
    Nereden
    ...
    Mesajlar
    1,501

    Standart

    Abi bölüm ve paragraflara ayırsaydın daha okunası bir yazı olurmuş şöyle bir bakınca hiç bitmiyecekmiş gibi geliyor.Ama bir ara okuyacağım.











  • #5
    CT İstanbul Anadolu Yakası Üyesi

    Status
    Offline
    İsim
    Selim eser
    Makina:
    Nikon D300 + 50mm 1.8D
    Üyelik tarihi
    11.May.2010
    Nereden
    İstanbul
    Mesajlar
    723

    Standart

    Selim, ben bunu anlıyarak okumaya çalışsam, sanırım 12 saatimi felan alır.
    kendimi psikolojik olarak hazır hissettiğimde mutlaka okuyacağım emin olabilirsin :yaril











  • #6
    iceveberg - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    CT İstanbul Anadolu Yakası Üyesi

    Status
    Offline
    İsim
    SELİM EMANET
    Makina:
    CANON 5D + 6D
    Üyelik tarihi
    12.April.2010
    Nereden
    İSTANBUL-Beykoz
    Mesajlar
    2,395

    Standart

    Şükrü abi gözün korkmasın...
    altı üstü 2 A4 kagıdı kadar bir yazı... yaptıgımız işin temelini oluşturuyor bu yazı...










    "Sadece kameranız ve siz varsınız. Fotoğrafınızdaki kısıtlamalar size bağlıdır; çünkü ne gördüğümüz kim olduğumuzdur." -Ernst Haas

  • #7
    CT İstanbul Anadolu Yakası Üyesi

    Status
    Offline
    İsim
    Selim eser
    Makina:
    Nikon D300 + 50mm 1.8D
    Üyelik tarihi
    11.May.2010
    Nereden
    İstanbul
    Mesajlar
    723

    Standart

    Alıntı iceveberg Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Şükrü abi gözün korkmasın...
    altı üstü 2 A4 kagıdı kadar bir yazı... yaptıgımız işin temelini oluşturuyor bu yazı...
    Yok kardeş , bu gün yoğundum ama en kısa süre içinde sakin kafayla okurum mutlaka yararlı olduğuna eminim....











  • #8
    Senior Member

    Status
    Offline
    İsim
    Aspet Manukyan
    Makina:
    Benim için fark etmez, RAW çeksin yeter...
    Üyelik tarihi
    30.June.2010
    Nereden
    ...
    Mesajlar
    1,501

    Standart

    Alıntı iceveberg Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Şükrü abi gözün korkmasın...
    altı üstü 2 A4 kagıdı kadar bir yazı... yaptıgımız işin temelini oluşturuyor bu yazı...
    12 punto ile tam 13 sayfa yapıyor.
    638 satır. 4317 kelime.











  • #9
    iceveberg - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    CT İstanbul Anadolu Yakası Üyesi

    Status
    Offline
    İsim
    SELİM EMANET
    Makina:
    CANON 5D + 6D
    Üyelik tarihi
    12.April.2010
    Nereden
    İSTANBUL-Beykoz
    Mesajlar
    2,395

    Standart

    Alıntı BIG_KING Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    12 punto ile tam 13 sayfa yapıyor.
    638 satır. 4317 kelime.
    ilginç bir degerlendirme olmuş :yaril:yaril:yaril
    638 satırı ve 4317 kelimeyi saydınız mı merak ettim şimdi










    "Sadece kameranız ve siz varsınız. Fotoğrafınızdaki kısıtlamalar size bağlıdır; çünkü ne gördüğümüz kim olduğumuzdur." -Ernst Haas

  • #10
    iceveberg - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    CT İstanbul Anadolu Yakası Üyesi

    Status
    Offline
    İsim
    SELİM EMANET
    Makina:
    CANON 5D + 6D
    Üyelik tarihi
    12.April.2010
    Nereden
    İSTANBUL-Beykoz
    Mesajlar
    2,395

    Standart

    yukarıda bulunan notun orjinal hali küçük kitapta tam 9 sayfa tutuyormuş şimdi baktım...










    "Sadece kameranız ve siz varsınız. Fotoğrafınızdaki kısıtlamalar size bağlıdır; çünkü ne gördüğümüz kim olduğumuzdur." -Ernst Haas

  • #11
    NDE
    NDE - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Canonturk Üyesi

    Status
    Offline
    İsim
    Narin Deniz Erkan
    Makina:
    Canon 5D Mark II
    Üyelik tarihi
    24.October.2010
    Nereden
    İstanbul
    Mesajlar
    33

    Standart

    yazının kaynağı, yazarı hakkında bilgi verebilir misiniz?










    • Emeğinin karşılığını, ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın.
    • Değer bilmeyenlere sakın emeğini sunma.
    • Asla bilmeyenle tartışma.

  • #12
    iceveberg - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    CT İstanbul Anadolu Yakası Üyesi

    Status
    Offline
    İsim
    SELİM EMANET
    Makina:
    CANON 5D + 6D
    Üyelik tarihi
    12.April.2010
    Nereden
    İSTANBUL-Beykoz
    Mesajlar
    2,395

    Standart

    Alıntı NDE Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    yazının kaynağı, yazarı hakkında bilgi verebilir misiniz?
    Çagdaş sanat akımları ve fotograf adlı kitaptan alıntıdır.
    yazarı da yanlış hatırlamıyorsam beyhan özdemir olması lazım,tam olarak emin degilim...










    "Sadece kameranız ve siz varsınız. Fotoğrafınızdaki kısıtlamalar size bağlıdır; çünkü ne gördüğümüz kim olduğumuzdur." -Ernst Haas

  • Bu Konu için Etiketler

    Yetkileriniz

    • Konu Acma Yetkiniz Yok
    • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
    • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
    • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
    •